Aleksandr Puşkin ve Öyküleri, Romanları



Klasikler denince ilk aklımıza gelen Rus Klasikleri olur nedense. Selim İleri Sözünü Sakınmadan ’da klasik kurgunun 18.- 19. yy Rus Edebiyatı’yla zirveye çıktığını, orada tamamlandığını söylemiş ve onu aşmanın artık mümkün olmadığını belirtmişti. Bir de hayatın farklı dönemlerinde klasikleri en az üç kere okumak gerektiğini söyleyen bir deyim var, bilirsiniz.
Rus Klasiklerini yeniden okumaya karar verdiğimde bu kez öyle aklıma estiği, elime geçtiği gibi değil de zaman bilimsel (kronolojik) bir sıralamayla gitmeye karar verdim. Bu durumda ilk sıra Aleksandr Puşkin’e aitti.
Puşkin zengin bir ailenin çocuğu olarak Moskova’da doğmuş. Çocukluk yıllarında Yunan-Latin klasiklerini, Volteire, Rousseau gibi aydınlanmacı Fransız yazarlarını okumuş, dadısından Rusçayı ve Rus halk masallarını öğrenmiş. Eserlerinde batının özgürlükçü düşüncesiyle Rus halk motiflerini birleştirmiş. Rus edebiyatında gerçekçi, halkın özelliklerini yaratan tipler ve karakterler yaratmakta öncülük etmiş.
İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Puşkin Bütün Öyküleri ve Bütün Romanları Ataol Behramoğlu’nun güzel çevirisiyle sunulmuş. Önsöz’de Behramoğlu Puşkin’in özellikle sanat yaşamı, etkilendikleri ve etkilediği yazarlar hakkında bilgi veriyor.
Kısacık yaşamına sığdırdığı eserlerle Klasik Rus Edebiyatı’nın babası olarak ölümsüzlüğe ulaşan yazar, yaşadığı dönemde yapıtları okurlar arasında geniş yaygınlık kazanınca sürekli baskı altında bir yaşam sürmüş ve komplo olduğundan şüphelenilen bir düello sonucu yaşamını yitirmiş.

Kitap, Puşkin’in 1827 yılında yazmaya başladığı ve maalesef yarım bıraktığı Büyük Petro’nun Arabı adlı anlatıyla başlıyor. Fransa’da öğrenim gören Büyük Petro’nun vaftiz oğlu Arap İbrahim’i tanıyoruz önce. Fransız sosyetesinde kendine yer edinmeyi bilmiş, Rusya’ya dönmeyi düşünmeyen genç bir Afrikalı. Sonunda Çar’ın ısrarına dayanamayarak Rusya’ya dönüyor ve Çar’ın sürpriz bir kararıyla sosyetenin en gözde kızlarından biriyle evlendirilmek isteniyor. Ancak genç kız İbrahim’le evlendirileceğini anlayınca yataklara düşüp hasta oluyor. İbrahim kızın iyileşmesini bekleyedursun, ev halkını da bir telaş alıyor, dedikodu alıp başını yürüyor… Ve roman burada yarım kalıyor…
Puşkin’in ikinci eseri Mektuplarla Roman, Liza ve Saşa adlarındaki iki genç kızın mektuplarından oluşuyor. Mektuplarla Liza’yı Saşa’yı ve etraflarında dönen genç adamları tanıyoruz. İki genç hanım arasındaki gizli rekabeti, dostluğu, kıskançlığı, aşklarını mektuplardan okurken Puşkin’in yarattığı karakterlerin gerçekliğinden hiç şüphe duymuyoruz.
1830 yılında yazılmış olan Byelkin Öyküleri ise, öykü tutkunları için bir vaha değerinde. Süslemelerden uzak, yalın bir anlatımla ortaya çıkan hikâyeler, sizi döneme ve karakterlere öyle yakınlaştırıyor ki siz de öykünün içinde görünmez bir karakter oluveriyorsunuz. Puşkin’in bu eserinde en çok Menzil Bekçisi isimli öyküyü sevdim. Menzil Bekçisi ve güzel, becerikli kızı Dunya birlikte yaşayıp, menzile gelen yolcuların, süvarilerin atlarını, arabalarını değiştirirlerken birden hayatları değişiyor. Çünkü Dunya, menzile gelen bir süvari ile kaçıyor. Babası yıllarca kızından bir haber almaya, sağ mı olduğunu yoksa yakışıklı süvari hevesini aldıktan sonra heba mı olduğunu anlamaya çalışıyor. Nihayet onu bulduğunda hemen yanından uzaklaştırılıyor ama içindeki dert öyle büyüyor ki bir süre sonra ölüyor. Üç çocuğuyla onu aramaya gelen kızı ancak mezarıyla karşılaşıyor. Puşkin’in yalın ve öz anlatımı öyle güzel Türkçeleştirilmiş ki öykülerin içindeki hüznü yakalamamanız mümkün değil. Tabutçu, Köylü Genç Bayan, Tipi, Atış, Rus köylerinde ya da yollarda kupa arabasıyla bir köyden diğerine geçerken rastlayıvereceğiniz karakterlerle dopdolu öyküler. Yine aynı yıl yazdığı Goryuhino Köyü Tarihi ile Puşkin’in güçlü mizahi karakterini görüyoruz.
Dubrovski, romancılığının daha çok geliştiği, kurgusunun bitiremediği ilk romana göre daha sağlam bir zemine dayandırıldığı romantik bir eser. Haydutluğa soyunan soylu bir kişidir Dubrovski. Yazar burada Rusya’da o dönem hâkim olan derebeylik düzeniyle, ona uşaklık eden bürokrasiyle alay ediyor. Baskıcı yönetime karşı halkın ayaklandığı sahneleriyle, yazıldığı dönem açısından hayli cesur bir eser olarak nitelendirilebilir.
Roslavlev’de Napolyon’un Rusya seferi sırasında Rus sosyetesini eleştirirken, Maça Kızı’nda hedef Petersburg sosyetesi oluveriyor.
1836 da tamamladığı Yüzbaşının Kızı, başyapıtı olarak hepimizin en çok bildiği ve belki en çok okunan eseri. Bu eserde romantik bir aşk hikâyesiyle birlikte savaşı, hiç abartmadan bütün yalınlığı, karmaşıklığı, saçmalığıyla birlikte kahramanların kendilerine özgü yaşamlarıyla birlikte anlatıyor yazar.
Puşkin, hep yurtdışı yolculuğu yapmayı istemiş, düşlemiş ancak bunu gerçekleştirememiş. Erzurum Yolculuğu adlı eserinde, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında orduyla birlikte yaptığı yolculuk izlenimlerini anlatıyor. Özellikle savaş alanı tasvirlerinden Savaş ve Barış’ı yazarken Tolstoy’un derinden etkilendiği rivayetler arasında. Savaş koşullarında, savaş alanında doğa, insan betimlemelerindeki yaklaşımı insanın içine dokunuyor:
“Yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk’ün cesedi önünde durdum. 18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde, yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı…”
En kısa zamanda şiirlerini de okumak üzere vedalaşıyorum Puşkin’le şimdi sırada Gogol var.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Hangi Şehir Hangi Hikaye